28 Nisan 2021 Çarşamba
Bilgisayarların gelişimi ile Yapay zekâ, bulut sistemi, merkeziyetsiz dijital paralar, artırılmış gerçekçilik, Nano teknolojisi, drone teknolojisi, giyilebilir teknoloji ve benzeri birçok teknoloji son 10 yılda keşfedildi.
Belki de Pandemi süreci dünyanın gelişimi sürecinde tasarlanmış bir süreçtir, insanlık 10 yıl gibi bir zaman diliminde bu kadar yol alırken insanlığın kalbi olan küçük yerleşim yerleri de tabi ki kendini geliştirmeli, insanlar insanlığa sunulan ilerleme merdivenlerinden yükselmelidir.
Gelişimleri takip eden yerel yöneticiler ancak yönettiği şehri insanlığın olması gereken noktaya ulaştırabilirler. Bu anlamda yerel yöneticiler bir trenin makinisti görevini yürütürler.
Suruç özeline indiğimizde gelişmeye aday olan bu sınır şehrinde son zamanlarda bir takım değişikliklerin olduğu su götürmez gerçektir. Arzu edilen değişim evlerin içinde his edildiği sürece değişimler yerini bulabilir.
İlçede ihtiyaç duyulan değişim ancak ve ancak değişime açık, çağın getirdiklerini iyi okuyabilecek değişimden yana bir yönetici ve ilçenin her alanında yetki sahibi insanların senkronize çalışmasıyla olur.
Son 10 yılda insanlığın kaderini etkileyen bu kadar değişim olurken bu değişimleri koltuğunda “eskiden ne iyiydi” sohbetleri yaparak izleyen yerel yöneticiler yukarı da bahsini ettiğim makinistin işini kolaylaştırmak bir yana süreci geciktirir yâda sürecin ilerlemesinin önünde birer büyük engel olurlar.
İlçe konumunda ki küçük yerleşimleri başkanlar ve kaymakamlar mimari yapı olarak elbette kendi becerileri ile değiştirebilirler. Gelişimi arzu eden bunu nasıl yapacağı hakkında fikri olan belediye başkanı yâda kaymakamlar tek başına bunu yapamazlar. İlçenin gerçek anlamda ilerlemesi için ilçenin her noktasında söz sahibi olan yetkililerin-memurların da bu üst düzey yetkililer kadar çağı takip etmesi ve bir şehrin gelişmesini 10-20 yıl boyunca işgal ettikleri koltuktan daha çok sevip her aşamada gelişime gönüllü olmaları gerekir.
Tabi ki burada tabela derneklerinden bahsetmiyorum, 10-20 yıldır bir derneğin koltuğunda kurulan biri, zaten bir tabela derneğinin yöneticidir. Bu koltukların yenilenmesine pek de ihtiyaç yoktur. Hatta tabela kirliliği yaptığı için kapanmaları gerekir.
Büyük bir ama var, ulus düzeyinde aksiyon gösteren derneklerin yerelde koltuğuna oturanlar, koltuktan kalkmak istemeyenler, kendi koltuklarını yenilememek adına derneğin yerelde yenilenmemesi ve yerelde derneğin pasifleşmesine neden olurlar, derneği tabela derneğine çevirerek kendisine sağlanan koltuğu halkının değil ancak kendi çıkarına kullanarak halkına ve yöneticisi olduğu derneğe vicdansızlık yapmış olurlar.
Demem o ki, eğer Suruç’un değişmesine dair bir arzu varsa, Suruç’un değişebilmesi için değişimden habersiz olanların değişimden ilk faydalandırılması gerekir.
Türkiye tek ülke iki kutuptur, diğer muhalif sesleri de kutuplardan eriyen “buzul parçaları” diye isimlendirelim. Zira gün geçtikçe çok seslilik eriyor ve kutuplaşma toplumda kabul görüyor.
İki kutubun doruklarında yaşarız sevgimizi, sitemimizi ve isteklerimizi. Haliyle bu kadar yüksekten bir birimizle diyalog da kuramıyoruz. Siyaset özeline gelirsek iki kutuptan birinde konumlanmamız doğru bulunur, buluruz.
İstanbul sözleşmesi dün olduğu gibi bugün de gündemde, yarında gündemimizde olacak. Siz eğer bir sorunu çözmek yerine bir birinize bağırmayı seçerseniz sorun yerinde kalır bağırmaktan sesiniz kısılır, sesler kısılır. Mevcut tartışmalar kadın ölümlerini durdurmak için değil siyasi olarak bir birine üstünlük sağlanması için yapıyor. Bu yapılırken vicdanına danışan bir Kul’da yok maalesef.
İstanbul sözleşmesinden çekilelim diye çokça tartışıldı, çekildik yine çok tartışıyoruz. Çünkü biz tartışma yöntemini çözüm için güçlü bir araç olarak değil, bir birimizi üzmek, bir birimize bağırmak sözüm ona bir birimizin kalesine gol atmak için kullanırız.
Gerçek şudur ki, İstanbul sözleşmesi tartışmaları gereksiz ve yersizdir. İstanbul sözleşmesinden öncede kadınlar katlediliyordu şimdi de katlediliyor. O halde İstanbul sözleşmesi pek işe yaramamıştır. Zaten Altı üstü bir sözleşmenin kadın ölümlerini topyekûn bitirebileceğine inanmak yersizdir.
Bir kadın eğer evin de dayak yiyorsa, ailenin alt yapısı buna müsait demektedir. Bir kadın meydanlarda çocuğunun önünde öldürülüyorsa toplumun altyapısı buna müsait demektedir. Katil zemin oluşturmuş değildir, toplum bireylerinin ortaklaşa oluşturduğu zeminden faydalanmış demektedir.
Yani bir sözleşmenin bir günde kadın ölümlerini bitirmesini beklemeyelim, oturup bunu konuşalım. Bilimsel çalışmalar yapılsın yetkin kişilerce. Bugüne kadar ki cinayetleri sebep, süreç, sonuç ilişkileri araştırılsın. Eğer bir kadın neden öldürüldü, nasıl öldürüldü ve nasıl engellenirdi soruları için elimizde yeterince veri yoksa bir diğer kadının öldürülmesini nasıl engelleyeceğiz? Vicdanların kapı arkalarına sokuşturuldu bir düzende kendi seçtiklerimizin yasalarla yada yasaların kuvveti ile bize vicdan dayatması ne kadar doğru olur?
Evet, Türkiye’de kadın cinayetleri dünden daha fazladır, yarın daha çok kadın öldürülecektir, İstanbul sözleşmesi tabi ki yoktan iyidir ama bir ülkede vicdan körse, sözleşme bir kâğıt parçasıdır. Çünkü biz iki kutuptan bir birimize bakan ülkenin insanlarıyız, bu kadar zirveden bir birimizi duyamıyor ve anlayamıyoruz.
Bugün Mart ayının 8. Günü. Hoşuna gittiği gibi ifade edilebilen bir gün. Kimisi “Dünya kadınlar günü” kimisi “Dünya EMEKÇİ kadınlar günü” der. Bir gerçek vardır ki bu günün kadınlar ile anılması için büyük bedeller ve emekler verildiği bir gündür.
Her şeyin içinin boşaltıldığı günümüzde birçok günün anlam ve kıymetinin içi boşaltıldığı gibi Martın 8. Günü de içi boşaltılmıştır.
Gün içinde büyüklüklerine oranla, TV kanalları, Gazeteler, Haber siteleri kadın gününün kutlandığına dair mesajlar yayınlayacak sonra o kutlayan dönüp işine bakacak. Tabi kadınlar günü sayesinde birileri isimlerini tekrarlatmış olacak.
Sosyalist kadınların bu günün var olması için öncülük ettiği, çokça bedel ödendiği bu gün, kapitalist sistemin de iştahını kabartır. Kapital sistem zengindir. Bir şeyin önüne geçemiyorsa o şeyin içini boşaltır. Bundan dolayıdır ki özelde ülkemizde birçok kadın ve erkek, kimisi hediye bekleme telaşına girecek kimisi mevcut ekonomik şartlarda hediye alamamayı kendine yedirecek, yediremeyecek.
Günün anlam ve öneminin farkında olanlar bugün eşlerini dövmek ya da öldürmekten sakınacak bu işi yarına bırakacaktır. Gerçek şudur ki her yıl binlerce kadın öldürülür, çoğu kadın ise ölümü bekler, beklerken de şiddet görür.
“Ben karımı dövmem” diyen yiğitler de çoktur, nereden bilsin ki şiddet sadece dayak yâda ölüm değildir, şiddetin milyon türü vardır.
Her şey siyasallaştığı gibi, kadının ölümü de artık siyasi zemindedir. Farklı partilere mensup olmak vicdana danışmadan kadın ölümü hakkında ezber yorum yapmaya bir neden olmuştur ve bu ayıplanmıyor artık.
Bir kadın ölseydi de çıkıp kurtlarımızı dökelim de bağıralım diyen kadın savunucuları, kadın için sadece ekranlarda konuşmaktan öteye gitmeyen feminist hareketler.
Velhasıl bugün Martın 8. Günü.