16 Haziran 2024 Pazar
Türkiye’nin sorunları; “çıkmazlar, zırvalar ve pervasızlık” üçgeninde büyümeye devam ederken, sorumsuzluğun girdabında savrulanlar ise vurdumduymaz tavırlarla ülkenin gidişatını sadece seyretmekle yetiniyorlar…
Türkiye’de sosyal yaşamdan siyasete, spordan magazine, medyadan bürokrasiye, tarikattan cemaate, sağcılıktan, solculuğa ve IŞİD’ten PKK’ya kadar toplumu sarsan, ürküten, oyalayan, kandıran, korkutan ne kadar senarist, oyun ve figüran varsa, hepsinin perde gerisindeki icraatları iki yüzlü portreler sunmaktan öteye gidemiyor…
İşte böylesi bir atmosferde manzara da nettir, sonuç da nettir, toplumun içerinde çırpındığı girdabın kolları da nettir…
Yani şatafatla sefaletin, yoksulla varsılın, açla tokun kavgası büyürken; “iyi” diye pazarlanan kimi icraatlar, topluma, ülkeye zarar veren, üstelik çoğu ihanet içeren iki yüzlü ve de her alanda erozyon yaratan uygulamaları örtemiyor…
İşte bu çarpık yapının “iktidar-muhalefet- yandaş” tabanında çelişkili ve vahim manzaraları yansımaya devam ediyor…
Varlık, yokluk, çelişki…
Toplumun dikkatli kesimleri farkındadır… AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte Türkiye’de “iyi” görünen icraatlar bile, kötülüğü ve çarpıklığı her açıdan kendini deşifre eden uygulamaların, eylemlerin üzerini örtmekte aciz kalıyor…
Türkiye’de son yıllardaki icraatlarla bunun tam karşısındaki yıkım faaliyetlerine bakarsanız “iyi-kötü” ikileminde ortaya saçılan çelişkileri çok net görürsünüz;
Paralı yollar, yolcu garantili havaalanları ve devasa hastaneler, işte CİMER’in bir yurttaşın sorusuna verdiği yanıtta dikkat çekildiği gibi (cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devleti ayakta tutmak için inşa edilen yüzlerce millî varlığın özelleştirme yağması) ile tüketilmesinin üstünü örtemiyor…
Devlet, “açılım” dönemindeki gafletten uzaklaşarak SİHA’larla-İHA’larla terörle mücadelede ilk kez etkili sonuçlar alırken, işte bu çabalar Esenyurt’ta bir Tekel bayiindeki cinayetlerle yeniden gündeme gelen mafyalaşma ve silahlanma furyasının üstünü kapatamıyor…
İstanbul’un Bağdat Caddesi’nden Etiler’e, Beşiktaş ve Kadıköy’ün lüks mekânlarından şatafatlı AVM’lere kadar, varlıklıların cirit attığı mekânların ağzına kadar dolu olması, bol paralı zatların 60 bin liralık iPhone kuyruğuna girmesi, Türkiye’de 15 milyon liranın üzerine çıkan yoksulluk sınırının perde gerisindeki sosyoekonomik viraneyi göz ardı ettiremiyor…
Televizyonlarda, sosyal medyada uydurma hikâyelerle din bezirganlığı yapanların ve toplumu zapturapt altına almak için ahlak bekçiliğine soyunanların karanlık uğraşları, tarikat ekonomisinin zenginleştirdiği zatların şatafatlı yaşamlarının, cemaat yurtlarındaki taciz, tecavüz ve işkence olaylarının üzerine hasır çekemiyor…
İşte AKP’nin yurdun dört bir yanında belediyelere, valiliklere talimatlar vererek yaptırdığı “millet parkları” Akbelen’deki ağaç katliamında da görüldüğü gibi, Türkiye’nin her köşesinde tarım alanları, yaylalar ve ovalardan sonra ormanlık alanların da birilerine rant uğruna peşkeş çekilmesinin, yeşilliklerin orman vasfından çıkarılmasının ve de maden arama bahanesiyle on binlerce asırlık ağacın yok edilmesinin üzerini örtemiyor…
İktidar, muhalefet, taban…
“Yiğidi öldür hakkını yeme” sözünden yola çıkarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu vahim gidişatta tek sorumlu olarak AKP’yi görmenin de kolaycı bir siyaset ve medyacılık anlayışı olduğunu vurgulamak gerekir…
Tarikat, cemaat, mezhep, bölgecilik, ırkçılık, etnik siyaset ve benzeri örgütlenmelere rağmen peşinden gittikleri partinin nasıl çökertildiğini, sadece tarikat ve cemaatlerin değil, Öcalan-Barzani hayranlarının cirit atmasını ve rüşvet, kumar, yolsuzluk batağındaki belediye başkanlarının ısrarla koltukta tutulmasını gözardı eden kitleler de, siyasetin “candaş medya” eliyle dayattığı bir algı tiyatrosunun figüranı olmaktan kurtulamıyorlar…
İşte burada vahim bir manzara daha ortaya çıkıyor;
AKP 20 yılı aşkın süredir iktidarda durabiliyorsa bunun tek nedeni din bezirgânlığı ve yoksullaştır, köleleştir siyaseti ile uyutulan kitleler değil, aynı zamanda toplumu uyandıramayan, seçenek yaratamayan tüm muhalefettir…
İşte adeta “benim hırsızım, iş birlikçim, gafilim, Truvam iyidir” yaklaşımıyla;
“Kol kırılır, yen içinde kalır” gafletini “Düşmanımın düşmanı dostumdur” hezeyanıyla birleştiren uyutma siyasetinden en çok da muhalefetin büyük partisi CHP zarar görüyor…
Kılıçdaroğlu’nun göreve gelmesinden itibaren CHP’de büyüyen ideolojik savrulmaya, parti tabanının ezeli vefasını göz ardı eden CHP karşıtı kadrolaşmaya dikkat çekerken, “CHP’yi eleştirirseniz AKP gitmez” zırvasıyla medyayı susturmaya, toplumu uyutmaya çalışan Truva kısrakların hepsi şu anda Kılıçdaroğlu’na taarruz ediyorlar ya, iki yüzlülüğün rant koridorlarında at koşturulmasından başka bir şey değil…
Yani yazının başında dikkat çektiğimiz kimi “iyi” icraatların kötü olayları örtmede nasıl etkisiz kaldığını gösteren vakalar ana muhalefetin kimliğinde de kendini dışa vuruyor;
AKP kalemşorlarını “yandaş medya” diye suçlarken, partinin ve belediyelerin kasalarından candaş medyaya hortum uzatmak, Atatürk, cumhuriyet, Altıok diyen yazarlara utanmazca ambargo uygulamak da, muhalefetteki erimeyi, beceriksizliği, ideolojik erozyonu örtbas edemiyor, 40 yıldır iktidar bekleyen tabanın içine düştüğü yılgınlığı, umutsuzluğu durduramıyor…
Sözün özüne gelelim; Yazının başlığındaki “ihanet, örtbas, yıkım” sözcükleri sadece iktidar ve onu destekleyen halk tabanında değil, muhalefette de bazı iyi uygulamaların vahim rezaletleri örtbas etmekte aciz kaldığını gösteriyor…
Velhasıl, “Bu ülkenin sonu iyi değil” demenin artık manası kalmıyor…
Çünkü bu ülkeyi ayakta tutmaları gerekirken; böyle iktidar, böyle muhalefet ve onların böyle pervasız, duyarsız, tepkisiz tabanları varken, bu milletin işi gerçekten çok zor…